Taksim Meydanı
Şişhane ve Tünelbaşı’ndan başlayıp ana eksen olan İstiklal Caddesi’nin iki yanında yoğun bir yerleşim sergileyen Beyoğlu,
burada ilk kez geniş perspektifli bir boşluğa ulaşır ve bu meydandan geriye, yani tekrar batıya (Sıraselviler) ve doğu yönüne denize (Ayaspaşa-Gümüşsuyu) ve kuzeye (Mete Caddesi ve Elmadağ) doğru giden caddelerle, kendisine ulaşmış olan insan ve taşıt hacmini, çeşitli yönlere taksim eder.
Bu boşluk ancak çok yeni tarihlerde bir meydan kimliği kazanmıştır. Fransız Elçiliği’nin buraya taşınması ile ilk kez Galata Surlarının dışına çıkan Frenk yerleşimi, orta ekseni oluşturan Grande Rue de Péra (İstiklal Caddesi) ile bugünkü meydana vardığı noktada sona eriyor, ondan sonra ilkel bir taş patikası bile olmayan toprak zeminli ve az ağaçlı geniş kırlıklar uzanıyordu.
Buraya giren ilk mimari eseri, Frenk ve Levanten çevresine hayli yabancı duran, klasik Osmanlı üslubunda bir su binasıdır. I. Mahmud’un 1732-1733’te şehrin kuzeyindeki gümrah ormanlarından şehre ilk kez su getiren künkler, teraziler ve kemerler sistemi burada sona eriyor ve depolanan su, köşe başındaki taş bir meksemden , çeşitli yönlere taksim ediliyordu. Meydan ve yakın çevresi adını bu maksemden ve suların buradan taksiminden alır. Bir zamanlar cephesinde “Her şeye su ile hayat verdik” anlamına gelen bir ayetin yazılı olduğu Taksim Maksemi, bugün kurumuş da olsa varlığını sürdürmektedir.
Maksemden sonra Harbiye yönüne yüründüğünde görülen duvarın içerisinde Maksemle aynı tarihte inşa edilen ve bir su deposu olarak kullanılmış olan “Taksim Hazinesi” yer alır. Hazinenin duvarı, Cumhuriyet döneminde imar edilmiş ve 1930’ların üslubunda, yarım daire şeklinde, küçüğünden büyüğüne doğru büyüyen raflarla süslenmiştir.
Tarih sırası ile meydana imar getiren ikinci eser, Harbiye yolu başındaki Topçu Kışlası olmuştur. Bugün Atatürk Kültür Merkezi önüne gelen yeşil alanda da, daha basit bir yapı olan, ortası avlulu ahırlar yer almaktaydı. Kışlanın karşısındaki boşluk, talim yeri idi. Burası 1920’lerin sonunda, bugünkü apartmanlarla dolarak bir semt haline gelmiş ve Talimhane olarak adlandırılmıştır.
Abdülmecid Döneminde (1839-1861), bugün İTÜ’nün Taşkışla Binası olarak bilinen Mecidiye Kışlası, bu kışladaki topçu subayları içinse Ayaspaşa Mezarlığı’nın bir kısımı kaldırılarak Gümüşsuyu Askeri Hastanesi inşa edildi. 1850’lerde, Hademe-i Hassa (Saray hademeleri) ve Muzıka-i Hümayun (Saray orkestrası) üyeleri için inşa edilmeye başlayan, ancak Abdülaziz Döneminde (1861-1876) tamamlanan Gümüşsuyu Kışlası ve askerlerin talim yaptığı Talimhane bölgesiyle birlikte Taksim’in ‘askerî’ ve ‘devletçi’ topografyası iyice belirginleşti.
Ancak bölge, bu yeni haliyle, gayrimüslimler ve Levantenlerin yaşadığı Pera bölgesi ve Tatavla’yla (Kurtuluş) sosyolojik bir tezatlık yaratmıştı. Bunun üzerine, 1870’te, Ermeni mezarlığı Şişli’ye taşındı ve açılan alanda bu kesimlerin eğlence ihtiyacını karşılamak için, askeri yapıların arasına bazı eğlence mekânları sıkıştırılmaya çalışıldı.
1913’te elektrik tramvayla Beyoğlu’nun Şişli’ye bağlanması Taksim’in önemini biraz daha arttırdı ama burası hala geniş ve tanımsız bir alandı.
1920’li ve 1930’lu yıllarda, binaları boşalmış ve avlusu futbol sahası (Taksim Stadı) olarak kullanılan kışla, 1939’u izleyen birkaç yıllık Lütfi Kırdar imar operasyonu sırasında ortadan kaldırılmıştır. Meydanın doğu, yani Boğaziçi tarafı ve yamaçları, azınlık (Pangaltı Ermeni Mezarlığı) ve Müslüman (Ayaspaşa Mezarlığı) mezarlıkları ile kaplanmıştı. Ayaspaşa Mezarlığı Müslüman, Harbiye yönü Ortodoks ve Gregoryen kabristanlarına ayrılmıştı. Meydan kenarında ise bostancıbaşıların işlettiği geniş bir açık hava kahvesi yer alıyordu.
Bir kısmı Osmanlı döneminde kaldırılan Ayaspaşa Mezarlığı, 1920’li yıllarda tamamen ortadan kaldırılmış ve bugünkü apartman dizileri, Gümüşsuyu Askeri Hastanesi’nin bulunduğu yere kadar yayılmışlardır.[4] 19. yy’da, Elektrik İdaresi’nin yabancı müdürü için bir lojman binası yapılmıştı. Cephesi sarmaşıklı, 3 katlı bu bina da II. Dünya Savaşı sonrası yıktırılarak yerine ve arkasına, bugünkü Atatürk Kültür Merkezi yapıldı.
Meydanın batı kenarında, 19. yy’da birkaç önemli bina daha yapılmıştı. Bunlarda ilki, bugün The Marmara Taksim Oteli’nin yerindeki, Osmanlı Bankası’nın Fransız genel müdürüne tahsisli güzel barok konaktı. Onun devamında, Sıraselviler Caddesi’ne dönen köşeden itibaren de kagir ve panjurlu binalar dizilmişti ki, en büyüğü Osmanlı hariciyesinin ünlü isimlerinden Noradunkyan Efendi’nin konağıydı. Bugün Taksim Sahnesi’nin (2007’de kapatıldı) bulunduğu yerde ilk önce bir Rum okulu vardı. 1920’li yılların başında burada Majik Sineması adı ile bir sinema açılmış ve yakın zamana kadar çeşitli ad ve fonksiyonlarla gelmiştir. Ondan sonra Kazancı Yokuşu’nun iki başında da, II. Abdülhamid döneminin (1876-1909) ünlü vezirlerinden Lübnanlı iki kardeş Necip ve Selim Melhame’nin kagir konakları yer alıyordu. Bunlardan soldaki, 1930’larda Beyoğlu Halkevi yapılmış, 1950’lerde yıktırılıp yerine bugünkü Dilson Oteli dikilmiş, Cihangir tarafında sağdaki ise, önce Nemlizade ailesine konut olmuş, sonra o da yıktırılıp yerine günümüzün Keban Oteli yapılmıştır. Meydana hakim bir konumdaki Ayia Trias Kilisesi 1887 tarihli, kesme taştan, karakterli bir binadır.
Taksim boşluğunu bir “meydan” haline getirmiş olan gelişmeler, bir yandan onu çevreleyen bu binaların biçimlenmesi, öte yandan onları tamamlayan son bir dekor ve unsur olarak, ortadaki Cumhuriyet Anıtı’dır. Bu anıttan önce kırlık bir açık alan, bir yol kavşağı, bir boşluk olan Taksim, bu eserin ortaya dikilmesinden sonra, bir “Şehir Meydanı” olmuştur.
Meydanın doğu yönüne, Talimhane apartmanlarının önüne, 1930’lu yıllarda, beton sütunlar üstünde yükselen bir bina oturtulmuştu. Kristal Gazinosu. Dar ve uzun bir dekor biçimindeki yapının üst katı, 1940’ların eğlence hayatında çok ün yapan lokanta-gazino olarak çalışmıştır. Adnan Menderes’in 1956-60 imar operasyonunda yıktırılan binanın arkasındaki apartmanlar da Bedrettin Dalan’ın 1987-1989 arasında Tarlabaşı Bulvarı’nı açış hamlesi sırasında yıktırılarak boşlukları meydana ve yola katılmıştır.
1987-89 Taksim-Tarlabaşı-Şişhane yıkımları sonrası, Taksim Cumhuriyet Anıtı’nın oturduğu dairesel taban İstiklal Caddesi yaya yolunun bir parçası halini almıştır.
1992 yılında inşaatına başlanan ve 2000 yılında hizmete giren Taksim-Levent metro hattıyla Taksim’e ulaşım daha da rahatlamıştır.